3 Ekim 2012 Çarşamba

Hayattan kareler (2)

Komunistlerin patavatsizliklarina kiziyorum. Kulturlerine, gecmislerine ve medeniyetlerine yakinlik hissetmediklerinden oturu, bu yakinligi hissedenlerin rituellerine hic saygi duymuyorlar genelde. Belki cok azi, az bir saygi duyuyor. Sizin "onemli"leriniz onlar icin, genellikle, onemsiz. Patavatsizlik demem bu sebepten.

Butun bu dusuncelerim birkac seferdir komunist arkadaslarla yasadiklarimdan mutevellit. Gecen gun yine bir arkadasimla bulusacaktim. Yaninda benim tanimadigim komunist bir kiz ve erkek arkadasini getirmis. Erkekle normal olarak tokalastik ilk anda. Komunist kiz ise, ilk kez goruyor olmasina ragmen tanisma esnasinda beni oyle bir optu ki, abartmiyorum, yanaklarimda on-onbes saniye boyunca tukurugunun islakligini hissettim. Kucuk bir tacize ugradigimi hisseder gibi oldum. Benim rahatsiz olabilecegim belli ki onun icin hic onemli degildi. Diyeceksiniz ki kiz bir sapik olabilir; bunun komunist olmakla ilgisi ne? Maalesef komunist arkadaslarla yasadiklarim bundan ibaret degil. Onlardan, insanlarin degerlerini onemsemeyen, onemsememekle birlikte saygi da duymayan baska davranislar da gordum. Zannediyorum tek tek hepsini anlatmaya luzum yok. Ayrica tanisma sonrasinda ettigimiz sohbetten kizin epeyce zeki ve bilgili oldugunu ve sapik falan da olmadigini anladim.

Komunistlerin bu zamanda bile boyle utopist, ucuk kacik bir idealin hala arkasindan gidebilecek kadar dirayetli ve idealperest olmalarina hep bir acidan hayran kalmisimdir. Bu nedenle komunist arkadaslarla takilmak, sohbet etmek genelde oldukca hosuma gider. Ah bir de su patavatsizliklari olmasa...

28 Eylül 2012 Cuma

Hayattan kareler

Neredeyse hic tv izlemem ama daha demin kumandayi elime alip kanallari soyle bir dolasayim dedim. Sirayla ilerlerken Trt Cocuk'ta, uzerinde hicbir siyasi sinir bulunmayan bir cografi harita uzerinde, bazi sehirlerin sirayla isaretlenip, isimlerinin okundugunu gordum. Rastgeldigim anda Bagdat isaretlenmis ve arkadan bir kadin sesi sehrin ismini telaffuz ediyordu. Sonra İstanbul ve Ankara icin aynisi yapildi ve program bitti.

Bu program cocuklarin bilincaltina yonelik cok onemli mesajlar iceriyor. "Uzerinde ulke siniri olmayan" bir harita uzerinde ayni medeniyet havzasinda bulunan ulkelerin onemli sehirleri nazara verilmekte. Muhtemel ki, ben kanali acmadan once Kahire, Sam, Mekke, Medine, Kudus gibi bilimum arap sehirleri ve -sozgelimi Saraybosna, Uskup, Batum, Kirim gibi- bazi eski Osmanli sehirleri de ayni sekilde gosterilmistir. 2000'lere kadar yetisen nesillerin zihinlerine yerlestirilen ve ozelde Ortadogu'ya, genelde Osmanli cografyasina normal sartlar altinda hissedilmesi gereken varolussal yakinligi ve sempatiyi yokeden zihnî sinirlar kaldiriliyor. Akyol'un deyimiyle homokemalicus'un yuzlerce sinirlara bolunmus kolektif tabula rasa'sinda yapilan muhendislik calismalari... Bu, yasamakta oldugumuz onemli algisal kirilmanin bir parcasi. Soz konusu programi izleyen gelecegin "Turkiyeli" yetiskinlerinin, Suriye'de ne isimiz var, sorusunu sormalari daha az muhtemel olacaktir. Bu iyi birsey...

Kisaca, Trt cocuk programlarini her kim yapiyorsa iyi is cikariyor.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Modernizmin ciddiligi, postmodernizmin gevsekligi

Gecen gun onemli bir resepsiyona katilacaktik diger uc arkadasimla birlikte. Iki arkadasim kiyafetlerini guzelce giydiler ve aynanin karsisina gecip ciddi bir sekilde "ihim ihim" yaparak kiravatlarini duzelttiler. Diger arkadasim her zamanki dogal tavirlariyle kiyafetini giymis ve hatta aynaya bile bakmamisti. Oyle bir insan ki, dunyanin en guzel ya da en kotu kiyafetini giyse, muhtemelen ayni davranacakti. Cunku "insani" taniyordu.

Medeniyetin, guzel kiyafetler, yemekler, sohret vs. ile bagimsizliklarini ellerinden alip kolelestirdigi insanlar. İyi giyinip iyi yiyince kendini mutlu hisseden nesneler. Medeni koleler!

Rousseau Fransiz devrimine adam toplarken sehir sakinleri yerine yoksul koylulerden yardim istemisti. Sehirli eliti medeniyetin kolelestirdigi insanlar olarak tarif etmisti. Oyle ya, satolarda vals esliginde dans eden ve bu rafine kulturlerinden hoslanan "medeniyet sevdalilarini" devrim ve bu suretle ozgurlesmek icin iknaya calisacak degildi ya! Onlar paralariyla kendilerini zaten ozgur biliyorlardi. Freud uygarligin huzursuzlugunda hep daha uygar olmaya calisan ama icindeki canavarin ara ara hortlamasiyla husrana ugrayan insanin acinasi halini anlatir. Bir kokteyldeki papyon giymis modern insan oyle davranir ki zannedersiniz hic tuvalete gitmiyor; o kadar nezihtir o incelmis kibar davranislari, catal bicagi yapmacik zerafetle tutusu. Zizek, bedenimiz bizimdir ancak onu yoneten biz degiliz, vahsi bir varlik girmis icine, kontrolu ele almis, bedenimizi yonetiyor, sesimiz ve bakislarimiz iste bu vahsinin disa vurumlari der.

Modern donemlerin bu tavirlari, simdilerde yerlerini postmodernizmin yayginlastirdigi "gevseklige" birakmis durumda. Basta gencler olmak uzere halklar apolitiklesmis. Modern cagda varoluslarini belli bir siyasi ideolojide bulan siyasi nesne haline gelmis insanciklar simdilerde eglence endustrisinin bagimlisi olmus. Onsuz yasayamayacagi o kadar sey varken, kendini ozgur hissediyor. Parmak arasi terlik giyip sallanarak yuruyunce ozgurlugun tadini cikardigini zannediyor. Yine Zizek'e kulak verecek olursak; bu nev-i sahsina munhasir filozof ozellikle 1990'lar sonrasinin bu garip havasini bir ideoloji olarak nitelemekte. Ideoloji, zorunlu olarak insanin ugrunda kendisini feda edecegi sistem degildir, post-modern donemin ideolojisi metafiziklestirilmis zevkperestlik (spiritualized hedonism) diyor, hakli olarak.

2000' li yillarda turemis bazi muzik gruplarinin agzini yuzunu bukup, gozlerini kisarak yari sarhos gorunumle soyledikleri lacka sarkilar... Beden kaykilmis, dusunce yok! Fikriyat ve ruh o anda can cekismekte..

Nihayetinde demek istedigim, daha yuksek bir varolus seviyesine ulasmak icin profan davranislara, zorlama nezaket ve zerafete gerek yok. Bunun yaninda ozgurluk lackalikta da degil. Yoksa, vahsi zuhur ettiginde butun tablo bozulur. Ya da tuketim endustrisinin destekci nesnesi olmaktan kurtulamayiz. Ozgurlesmek bedenin sinirlardan hâlî olmasinda degil. Fikri hayatin kanatlanmasinda...


7 Eylül 2012 Cuma

Turkum, dogruyum, kibarim!

Zamaninda bir vesileyle birkac ayligina macaristana gitmistim. Toplu tasima araclarini sık sık kullanmistim bu sure zarfinda. Ancak oradaki ikametimin ilk baslarinda sozgelimi bir otobuste herhangi bir koltuga oturur ve inecegim yere ulasana kadar kimseye yer vermezdim. Ayakta bekleyen kisi yasli bile olsa. Hatta bir keresinde otobuste, basinda komunist donemden kaldigi belli olan bir sapka giymis ve ayakta durmaya mecali olmayan yasli bir Macar ben otururken mahzun mahzun gozumun icine bakmisti da orali bile olmamistim. Hem neden yer verecektim ki tanimadigim Macarlara? Ancak haftalar gecmeye basladikca kendimi, yaslilara yer vermek zorunda hissetmeye basladim. Basinda o komunist sapkalardan tasiyarak ayakta duran eski tufek Macar amcalar sanki daha mahzun bakmaya baslamislardi. Garip bir duyguydu bu. Daha once diger bazi ulkelerde daha kisa da olsa ikamet etmistim, ama boyle hisler yasamamistim. Once, Macarlasiyor muyum acaba diye dusunmeye basladim. Zamanin Macar hukumeti milliyetci oldugu icin pekala beni assimile etmek istemis olabilirdi. Damarlarimdaki asil kanin yitip gitmesinden korkuyordum. Ardindan biraz dusununce eylemlerimde bazi celiskiler oldugunu farkettim. Ne de olsa, ahlaki olarak iyi seklinde nitelendirilen fiil, "otobuste yaslilara yer vermek"ti, "otobusteki yasli Turklere yer vermek" degil. Seytanin burada da pesimi birakmayip bana bos vesveseler verdigini anladim. Yok yere Macarlarin gunahini aliyordum. Bunun uzerine hemen yasli amcaya nazikce yerimi verdim. Amca otururken birseyler mirildandi. Ne dedigini ingilizce olarak sordugumda, yine ingilizce tesekkur ettigini soyledi. Rica ettim ve sormasina firsat vermeden Turk oldugumu ekledim. Ya da birden agzimdan kacti nedense. Ne guzel, dedi amca, gulumsedi. Gulumseyerek mukabele ettim.

Turkiye'de toplu tasima kullandigim zamanlarda en azindan cok yaslilara yer vermeye calisirim. Hatta olur da bir yabanci gorursem, onlara Turklerin ne kadar yardimsever ve kibar olduklarini gostermek icin bu firsati asla kacirmam. Simdi ise sadece ayni seyi Macaristan'da yapmistim; bunda bir sorun yoktu. Turklugumden odun vermeden Macar amcaya yardim etmis olmam beni mutlu etti. Otobus de zaten istedigim duraga gelmisti. Acilan kapidan gogsumu kabartarak indim ve ulkemi iyi temsil etmis olmanin verdigi gururla yoluma devam ettim..

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Alternatif dunya tarihi ve sistemi

Merak etmeyin; burada Marks'in diyalektik materyalizmi gibi alternatif bir dunya tarihi yazmayacagim, ya da Kaddafi'nin Yesil Kitap'i gibi alternatif bir dunya sistemi kurgulamayacagim. Zaten ne ben o kadar uzun boyluyum ne de bu kisa yazi. Bahsetmek istedigim sey, ozellikle 1990'lardan sonra kendini belli eden, dunyada olan bitenlerin bircogunun hakikat olmadigi, yerel ve kuresel medyanin topluma, sadece toplumun bilmesini istedigi bilgileri verdigi gibi dusuk dozdan, aslinda Bush'un masonik bir orgute uye oldugu, Marks'a komunizmin seytanlar tarafindan dunyayi ifsat etmek icin ogretildigi gibi yuksek doza kadar degisen bir iddialar karmasasi.

Bunlari cogu insan ilk bakista komplo diye yaftalayacaktir. Haksiz da sayilmazlar, akil alacak seyler degil cunku. Ancak Turk toplumunu bu gibi iddialara diger pek cok dunya milletlerinden fazla itibar verdikleri hemen hepimizin tahmin edebilecegi bir gercek. Bu da paranoyak, kimligini yitirmis toplumlarin ozelliklerinden olsa gerek. Ancak durup dusunmek gerek: Akli basinda ozellikle ozel sektorde calisan pek cok insanin da acikca dile getirdigi bu gibi garabetler yiginindan ne kadari gercek olabilir, ne kadari dezenformasyondur?

Bunu kestirebilmek icin benzer argumanlari detayli analiz etmek gerekir. Ancak ben kisaca burada deginecegim. Zaten bu teorilerin ucu bucagi yoktur. Iran ile ABD'nin aslinda birbirlerini destekledikleri, Hitler, Ingiliz kraliyet ailesi ve Bush'un birere mason olduklari, hatta Bush'un Yale Universitesi'nde kurulmus Skulls and Bones (kuru kafa ve kemikler) tarikatinin uyesi oldugu ve adi gecen bu orgutun bircok uyesinin ABD siyasetinde neokon olarak taninan kisiler oldugu, yakin zamanda uretilmis bir olgu olan ufolarin ve Star Wars gibi filmlerin aslinda belirli ve onceden hesaplanmis emperyal planlara hizmet ettigi, 11 Eylul'un ABD'nin gizli elit aileleri tarafindan yapilmis bir kendi-kendine saldiri oldugundan tutun da, dunyanin bir grup yahudi aile sirketi tarafindan yonetildigi, Bavyera'da Aydinlanma sonrasi bir grup bilim adami tarafindan Illuminati adinda bir orgut kuruldugu ve bu orgutun koklerinin Eski Misir buyuculugune dayandigi, Israil'i perde arkasindan yoneten Luciferist cemaatin 2020 den sonra Mescid-i Aksa'yi yikip yerine Suleyman Mabedi'ni insa edeceklerine kadar varir bu iddialar.

Ozellikle Sovyetler Birligi'nin dagilmasindan sonra yayginlasan ve gunumuzde herkesin hic olmazsa bir ucundan duymus oldugu bu iddialarin yazildigi kitaplarin sayisi bile o kadar fazla ki, ciddi bir literatur olusturduklari soylenebilir. Oyle ki, bu konulari isleyen yerli ve yabanci bircok yazar ve kitap bulunabilir. Bir ekonomik tetikcinin itiraflari, Kuru kafa ve kemik tarikatinin gizli tarihi, Armageddon bunlara sadece birkac ornek. Tabii Rauf Atilla Polat, Yusuf Gezgin gibi takma isimli kose yazarlarinin benzer senaryo ve teoriler iceren yazilarini unutmamak gerek...

Gorsel materyal ise cok daha fazladir bu alanda. Illuminati ve mason cemaatleri belgeselleri, Bush'a henuz baskan olmadan once yaptigi bir roportajda gulerek "Siz gizli bir orgutun uyesiymissiniz." seklinde bir soru soran gazetecinin Bush'tan, hafif bir saskinlik sonrasi, "O kadar gizli ki bunun hakkinda konusabiliyoruz." cevabini aldigi Youtube'deki video, subliminal mesajlari konu edinen kisa video ve belgeseller, 11 Eylul hakkindaki kanitlar sunarak ispat ettigini iddia eden bircok belgesel, Matrix ve Yuzuklerin efendisi gibi filmler ve unu gittikce yayilan Zeitgeist ve The Arrivals (Gelenler) belgesel ve hareketi.

Bu teorilerin temel argumani olan dunyada farkinda olmadigimiz bazi isler dondugu tezinin guclu yanlari bir hayli cok aslinda. Fakir-zengin arasindaki herkesin malumu ucurum ve bu duzenin korunmak istenmesi, BM daimi uyesi ulkelerin bazi ucuncu dunya ulkelerinin devlet memurlarini Kesmir, Darfur gibi yerlerdeki cocuklarin baslarini oksamak icin gonderirken yaptiklari acimasiz guc oyunlari, basina sizan veya servis edilen Ortadogu haritalari, sosyologlarin post-modern donemin genclerinin seks ve eglenceye bu kadar duskun olmasina makul bir "temel" sebep gosteremeyisi, desteklenen askeri darbeler, Hollywood filmlerindeki oryantalist sahneler ve lakayt genellemeler ve acik kalan mikrofonlarda devlet adamlarinin baska devlet adamlarina gerekce(!)sini sunarak ettigi hakaretler vs. vs...

Iddialarin gucsuz taraflari da var tabi. Oncelikle bunlarin pek cogu ciddi birer dezenformasyon olabilir. Zira pek cok kisi, kurum ve devletin, belli hedefler ugruna dezonformasyon yaptigi yadsinamaz bir gercektir. Ikinci olarak bu argumanlari dile getirenler, bazen asiriya kaciyor ve diger makul argumanlari da bu yolla inandiriciligini yitiriyor. Ayrica bu yayinlar Turkiye gibi ulkelerde yapimci ve yazarlari icin ciddi gelir kaynagi; para kazanmak icin olmayan senaryolar yaziliyor olabilir pekala..

Sonuc olarak, dunya sisteminin, gorunurun aksine asil isleyisini acikladigini iddia eden bu argumanlar yelpazesinin hangi basitlikte baslayip hangi keskinlikte bittigine iliskin bir sinir koymak guc. Bu hayal gucunuze bagli. Ancak bazen ne kadar ucuk da olsa bu tezler gozardi edilmemeli. Ozal'in olumu, Ortadogu icin yapilan perde arkasi petrol savaslari gibi arka plani apacik belli olan bazi gerceklerden bahsetmiyorum; kurulmaya calistigi ve aslinda gunumuze kadar bir nebze kurulmus oldugu iddia edilen daha genis capli ve derin duzen(ler)e isaret etmeye calisiyorum. En azindan yerel ve kuresel analizler yaparken bu tez ve iddialari bilmek, zihnimizde daha saglikli bir dunya tasavvuru cizmek icin kullandigimiz hayal gucumuzun sinirlarini genisletecektir. Paranoyak olmamali ancak ayni zamanda kulaklarimizi onyargilarla yaftalanmis, gercekte dogru olabilecek fikirlere kapamamali da. Zihnimiz daha onceden belirli bir sistem icinde doktrine edilmis ve simdi kendi rahatini korumak icin farkli, ne idugu belirsiz fikirlere kendisini otomatik olarak kapiyor olabilir. Zihin rahatimizi bozacak tezlere kendimizi acmazsak, pek mesut yasariz, ama ayni zamanda kandirilmis oluruz. Bize ogretilenlere ve aklimiza fazla guvenmemiz, bizim disimizdaki aktorler tarafindan zihnimize islenmis yanlis imgelerin farkina varamamizi sonuc verir. Aklimizda bulunsun. Neden olmasin; gercekten de dunyanin uzak koselerindeki masa baslarinda bilmemizin istenmeyecegi bazi dehsetengiz planlar yapiliyor olabilir...

27 Temmuz 2012 Cuma

Tarih ilerler mi, doner mi?

Bir tuccar kervanin birine takilir, gidecegi yere gider, ticaretini yapar. Donunce memleketine, gezdigi yerlerden gizemli hikayeler anlatir. Bursa'dan Isfahan'a gitmis bir ipek kervaninin tuccari Bursa'ya geri dondugunda etrafini sarmis ve merakla onu dinleyen aile efradina ve akrabalarina bu gidilmemis, gorulmemis diyarlardan haberler verir, tevaturler, egzotik hikayeler anlatir; onlara tadilmamis lezzetler ikram eder.

Bu tarz bir hikaye anlaticiligi ve bu nev'i sahsina munhasir "gazetecilik" zamanla eskidi ve unutuldu ama bu gelenek simdilerde tarihin devr-i daimiyle tekrar gun yuzune cikmaya basladi. Ozellikle twitter ve blog siteler gibi sosyal medya aparatlarinda belirgin olan bir fenomen bu. Herkes gazeteci olmus; dunyanin bir kosesinden geleneksel medyanin erisemeyecegi haberler veriyor, fotograflar cekiyor. Moskova'da bir ogrenci, son baskanlik seciminden sonra Putin aleyhine katildigi binlerce kisilik bir gosteride gozaltina alinmis ve henuz karakola goturulurken, kendisine polisler tarafindan siddet uygulanmasi sonucu kipkirmizi olmus kolunun fotografini gizlice cekip tweetleyivermisti. Fotograf kisa zamanda gitgide yayilmis ve olay geleneksel medyada haberlere tasinmisti.

Tabii burada, dikkat edilecek olursa, temel paradigma olarak aldigim veri tarihin bir gelisim cizgisi uzerinde dogrusal olarak ilerledigi inanci degil. Ben bunu bizatihi ahistorik buluyor ve aydinlanmacilarin kibirli akillarina teslim ediyorum. Zira, onlarin dilinden konusacak olursak, bu paradigma zaten Rousseau, Kant, Hume gibi neo-modernler ve Nietzsche, Freud gibi post-modernler tarafindan coktan sallandi. Burada temel paradigma olarak aldigim veri Ibn Haldun'un tarihin devirlerden olustuguna dair teorisidir.

Iste boyle; sosyal medyanin sohretinin yayilarak geleneksel medyanin yerini almasi belirtilerden sadece birisi: Zizek'in dedigi gibi, ahir zamanlarda yasiyoruz artik. Tarihin bilmem kacinci devrinin ahir zamani, yeni bir devrin arefesi...