8 Kasım 2013 Cuma

Halk kütüphanesinde bir kaç hadise

Ankarada sık sık takıldığım bir halk kütüphanesi var, ismi lazım değil. İç dizaynı muhteşem. Tasarımını kim yaptıysa, belli ki Avrupa havası solumuş. Daha Türkiyede bu kütüphane kadar, okuyucu için elverişli tasarlanmışını görmedim. İçinde birbirleriyle gevezelik etmekten yorulmayan, hayattan bıkmış bir sürü memur var. Türk bürokrasisi zihniyetinin bütün dışavurumlarını bu memurların hareketlerinde bulmak mümkün. Dahası, bizim memleket halkının devlet aygıtı karşısındaki duruşu da ayan beyan görünür.

Bunları, mezkur kütüphanede yaşadığım birkaç hadise üzerine söylüyorum. Saçmalığın dibine vuran haller gördüm bu mekanda. Kısa kısa anlatayım:

Bir keresinde kütüphanenin orta bölümündeki binanın kendisi kadar harika olan bahçeye çıkan bir kapı keşfettim. Bu bahçe büyük okuma salonunun birçok penceresinden görünüyor ama nedense hemen hiç kimse buraya ayak basmaya çalışmıyor. Bahçenin ve kütüphanenin planından, okumaktan sıkılanların burada hava almasının amaçlanmış olduğu anlaşılmaktaydı. Bahsettiğim çıkış kapısını hasbelkader bulunca, hemen bahçeye çıkmak istedim. Yan taraftaki görevli memur kart kart, bahçeye çıkış yasak demesin mi. Tamam dedim döndüm. Gittim müdüre, neden bu bahçenin yasak olduğunu sordum. Bana bahane kabilinden birçok lagaluga etti. Kısaca, öğrenciler kirletiyorlar, o yüzden yasakladık demek istedi. Saçmalığı anlamıştım. Hemen gidip aynı kapıdan, görevlinin ne dediğine aldırmaksızın, hızla çıktım ve kapıyı üstüme kapattım. Artık bahçedeydim, gittim bir bankın üstüne oturdum. Arkamdan kapıyı açan memur, beyefendi bahçe yasak dedi. Yüzüme ona çevirmeden tamam dedim ama yerimden hiç kımıldamadım. Memur bunun üstüne başka birşey demedi, ben ise bir kitap açıp okumaya başladım. İçerideki okuyucular beni görmüş olacak; arkamdan 2 kişi daha geldi. Muhtemel, görevli gitmişti ve bu iki kişi uyarılmadan kapıdan geçebildi. 10 dakika kadar sonra ise 3 (tahminen) üniversite öğrencisi kapıyı açtılar, tam bahçeye çıkmak üzereler iken, memurun sesi duyuldu: Bahçeye çıkış yasak. Bunu duyan öğrenciler bir memura baktılar, bir bize, yani bahçede oturanlara. Hiçbirşey demeden, şaşkınca kapıyı açık bırakarak uzaklaştılar. Biz bahçede oturup dururken, bu öğrencilerin, memura dönüp, o zaman bunlar ne iş, demelerini beklerdim ama olmadı. Ortadaki saçmalık ve çelişkiyi sorgulamadan memurun emrine uydular. Onların ayrılmalarının ardından memur, bahçeden bizim de çıkmamız için bize dönüp, bahçe yasak dedi. Benden sonra gelen iki kişi neden diyecek oldu. Memur, bize böyle söylendi bilmiyorum dedi. İkili boyunlarını büküp uzaklaştı. Ben ise oralı olmadım, okumaya devam ettim. Memur beni kabullendi. Günün geri kalan vaktini, yaklaşık 2 saat, hava kararıncaya değin orada okuyarak geçirdim. Memur bir daha beni rahatsız etmedi. Daha da kimseyi bahçeye almadı.

Akşam eve giderken metroda, memur yanıma gelse ve hadi çıkın dese, ne yapardım diye düşündüm. Zannediyorum en uygunu saçma sözler söylemek, deli gibi davranmak. Müdür beyin kendine iş çıkartmamak için vazetmiş olduğu bu kurala en iyi tepki sanırım absürdizm olur. Memur yanıma kadar gelip kapıyı işaret etseydi, ben domatesin kırmızısını severim, röngen ne zaman gelir vs gibi alakasız cümleler sarfederdim. 

Bürokrasinin yasakçılığı kökten çözüm olarak gören zihniyeti ve bunun karşısında, halkın tavrının temel olarak bu olduğunu düşünüyorum. Bunu başka durumlarda da gördüğüm için. Bürokrasi, genel anlamda devlet bir şeyi emreder. Bunun mantıksız-gerekçesiz olup olmadığına bakılmaksızın sorgulamadan halkımız itaat eder, hakkını aramaz. Maalsesef.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder